Kahve Biyokimyası 202
Bir önceki yazıda Kahve BiyoKimyasına
Giriş 101 adlı konuda, kahvedeki önemli asit yapılarına değinmiştim. Bu yazı da
ise kahvenin bir diğer önemli kısmı olan Maillard reaksiyonları, organik
asitler ve karemelizasyona değineceğim.
Maillard Reaksiyonlarının genel tanımını ve işlevini anlamak,
kahve alanındaki etkisini idrak edebilmek adına son derece önemlidir. Bu
sebeple ilk olarak Maillard Reaksiyonu nedir ona bakalım.
Maillard Reaksiyonu, aminoasitler ile indirgen şekerlerin sıcaklık
altında birbiri arasında reaksiyon göstermesi sonucu oluşur. Karemelizasyon
gibi enzimatik olmayan esmerleşme reaksiyonlarından bir tanesidir.
Maillard reaksiyonları tek bir amino grubunun tek bir şeker
grubuyla girdiği reaksiyon olmadığı için son derece çeşitli varyantları
mevcuttur. Bu sebeple üzerinde durulması gereken son derece karmaşık bir
reaksiyonlar bütünüdür. Bu işlemde, yüzlerce farklı lezzet bileşiği meydana
gelir. Bu bileşikler parçalanarak yeni lezzet bileşiklerine dönüşürler.
Maillard reaksiyonları, fırında pişmiş, kızartılmış ya da diğer
ısıl işlem görmüş bütün gıdalarda önemlidir. Maillard reaksiyonları, ekmeğin,
kurabiyelerin, keklerin, etin, biranın, çikolatanın, patlamış mısırın, pilavın
lezzetinden (kısmen) sorumludur. Birçok olayda, örneğin kahve gibi, lezzet;
Maillard reaksiyonları ve karamelizasyonun bir kombinasyonudur.
Maillard reaksiyonlarının ilk basamağı, glikoz gibi bir indirgen
şekerin, bir amino asitle reaksiyonudur. Bu reaksiyon aşağıdaki şekilde gözüken
ve Amadori Bileşiği olarak adlandırılan reaksiyon ürünü ile sonuçlanır.
Yukarıdaki amino asit olan RNH₂, glikoz molekülünün hidro karbon
zincirine bağlanır, reaksiyon sonucunda su ortaya çıkar. Gıdalarda genellikle
5'in üzerinde farklı reaktif şeker ve 20 aktif amino asit bulunduğundan, sadece
ilk basamak için konuşacak olursak teorik olarak 100'ün üzerinde farklı
reaksiyon ortaya çıkacaktır.
Bir sonraki basamak, Amadori bileşiğinin izomerine bağlı olarak
farklılık gösterir. Herbirinde amino asit yer değiştirir ve en sonunda önemli
lezzet bileşikleri olan furfural ve
hidroksimetil furfural’a (HMF) indirgenen reaktif bileşikler oluşur. Bu
reaksiyonlar Amadori’nin yeniden düzenlenmesi olarak adlandırılan, temel
esmerleşme reaksiyonlarının başlangıç noktasıdır.
Furfural ve hidroksimetil furfural (HMF), Maillard
reaksiyonlarında oluşan karakteristik lezzet bileşikleridir. Furfural, pentoz
şekerlerin (riboz vb. gibi) reaksiyonlarının sonucunda oluşur; HMF ise heksoz
şekerlerin (glukoz, fruktoz) reaksiyonu sunucu oluşur.
Kısa bir not: Furfural ve hidroksimetilfurfural kahvedeki
çikolata, karamel, kakao tatlarından sorumlu olan bileşiktir.
Amadori’nin yeniden düzenlenmesinden sonra üç farklı yol
izlenebilir:
• Dehidrasyon
reaksiyonları,
• Bölünme, kısa
zincirli hidrolitik ürünler üretildiği zaman, örneğin diasetil ve pürivaldehid
• Amino asitlerle
“Strecker parçalanmaları” ya da aldollere kondense olabilir.
Bu üç yol sonunda kahverengileşen lezzet bileşenleri Melanoidin içeren karmaşık bileşikler
oluşturur.
Melanoidinler kahve, ekmek, bira vb. birçok gıdanın içerisinde
bulunur. Genellikle acı ve yakıcı özellikte olan bu bileşik aynı zamanda iyi de
bir antioksidan deposudur.
Maillard reaksiyonlarının bazı son ürünleri toksik ve kanserojen
olabilir. Bu ürünlerden biri Akrilamidtir,
genellikle 180°C'nin üzerindeki sıcaklıklarda oluşan potansiyel toksik
bileşiktir, özellikle fırınlanmış ya da kızartılmış ürünlerde oluşur. Kahve
için konuşucak olursak kabul edilebilecek derecede akrilamid miktarı önemlidir.
Hali hazırda bazı zincir işletmeler niteliği düşük kahveleri klasik tat
yapısınını korumak adına koyu kavurarak satışa sunarlar. Bu kahvelerdeki
akrilamid miktarı, renginden de anlaşılacağı üzere son derece yüksektir. Hatta
bu zincir işletmelerden bir tanesi kahve paketlerinin üzerine ‘’Kanserojen Uyarısı’’ koyması
konusunda mahkemece uyarılmıştır.
Gerçekleşen bu reaksiyon zincirleri, çiçeksi, meyvemsi, karamel
koku ve tatlarının yanı sıra, soğan, sarımsak ya da rutubetli toprak gibi hoş
olmayan tat ve kokuları da üretebilir.
Bu reaksiyonların oluşturduğu tatlar yelpazesi, kavrulmuş kahvede oluşan aromaların karmaşıklığı açısından son derece önemlidir. Yeşil çekirdeklerdeki şeker içeriğinin, kavrum sırasında büyük çoğunluğunun karemelize olarak az miktarda kalsa dahi nihai lezzet için ne kadar önemli olduğunun bir kanıtıdır.
Bunun en güzel örneği kahve çekirdeklerindeki Quaker’lardır.
Quaker’lar olgunlaşmamış çekirdeklerin kavrulması sonucu oluşur. İçerisinde yeteri
kadar şeker biriktirememiş olan bu çekirdekler kavrum sırasında maillard ve
karamelizasyon reaksiyonlarından nasibini alamaz, bu sebeple renkleri açık
kalır. Tatları ise kavrulmuş ay çekirdeği ya da kavrulmuş soslu mısıra benzer.
Maillard reaksiyonlarında oluşan melanoidinler aromanın yanı sıra
espressoda krema oluşturmada ve stabilize etmede önemli bir rol oynar.
Demlenmiş kahvede gövde hissiyatından da aynı şekilde melanoidinler sorumludur.
Maillard reaksiyonları bizim kavurmada sararma başı (yani artık
çekirdeğin içindeki nemin büyük çoğunluğunun kuruyup kimyasal reaksiyonların
başladığı nokta) olarak bahsettiğimiz aşamadan başlayarak soğutma tepsisine
aldığımız ana kadar devam eder. Bu da demek oluyor ki iyi bir soğutma tepsisine
sahip olmak son derece önemlidir. Aksi takdirde kavurma devam edecek ve tahminlerimizin
çok ötesinde bir kahve ile karşı karşıya kalacağız. Süre önemlidir çünkü bu
reaksiyonlar şekerler tükenene kadar ve reaktanlar (hammadde) bitene kadar devam
edecektir.
Gelelim maillard reaksiyonlarının fincandaki en bariz etkisine.
Maillard reaksiyonlarının oluşmasını sağlayan aşamanın uzun tutulması kahvedeki gövde (body) algısını arttıracaktır. Bunun sebebi de daha fazla melanoidin üretilmiş olmasındandır. Artan gövdeyle birlikte şeker esmerleşme tonları da daha kompleks yapıya bürünürler. Genellikle Esmer Şeker Bal’a daha sonra Akçaağaç Şurubuna daha sonra da Vanilya Pekmezi gibi formlara dönüşür. Bunun yanı sıra yine bu aşamanın uzun tutulması kahvedeki aromaların daha kompleks yapıda olmasını sağlayacaktır. Kısaca maillard reaksiyonları uzadıkça gövde artacak, aromalar daha kompleks olacak, şeker yapıları daha kompleks olacak fakat bir noktadan sonra üretilen melanoidin ve fenol yapılar kahvede hoş olmayan bitter tatlar doğuracaktır. Burada kavurucuya düşen görev, bir batch kavurmanın ardından yapılan Cuppinglerde ortaya çıkan tatlılık ve aromaların acaba maillard ya da karamelizasyon aşamalarını uzatsam ya da kısaltsam ne gibi tatlar elde ederdim diye düşünmek olmalıdır.
Maillard reaksiyonlarına ara verip biraz da karamelizasyondan
bahsedelim. Kahve kavururken düşünülmesi gereken kavrulan kahvedeki sükrozun ne
kadar yıkıp karamel haline getirileceğidir. Karamelizasyon olayları sonucunda
kahvede çok daha kompleks tatlılık hissiyatları kazanacağız fakat bir o kadar
da tatlılıktan ödün vereceğiz. Kahvenin tatlı olmasını istiyoruz fakat
karamelizasyon aşamasını kısa tutarsak bu sefer de bitkisel ve metalik bazı
istenmeyen tatlarla karşılaşacağız. Buna karşın çok uzun tutarsak bu sefer de yanmış
sakarozdan ötürü karbonik tatlar elde edeceğiz. Bunun derecesinin kararını tabi
ki son aşamada kavurmacının vermesi gerekiyor.
Uygun karamelizasyonun seviyesinin altında kalındığında bitkisel
tonlar hissedilir. Bunlar geliştirme süresiyle de bağlantılı olabilir; bir
kahve gelişmemişse, tatlılığı daha bitkisel bir özellik kazanır. Bu, domates,
salatalık, bezelye tatlarına yakın olacaktır. Uygun karamelizasyonun üstünde
ise, piroliz aromaları hâkim olmaya başlar. Bunlar genellikle, çikolata, koyu
karamel tatları, kül ve karbon aromaları olmaktadır. Kabul edilebilir düzeyde
hafif geliştirilen karamelizasyon seviyeleriyle (Bitkisel tatların alındığı
aşamadan bahsetmiyorum.) genelde çiçeksi, meyvemsi ve tatlı aromalar
alınmaktadır. Buna karşın kabul edilebilir derecenin bir tık üstündeki
karamelizasyon seviyelerinde ise fındık, karamel, çikolata, vanilya tarzı
aromalar yoğun olarak hissedilir. Eğer daha fazla karamelize etmeye çalışırsak
tüm şeker prolize uğrar ve tüm tatlılığı kaybeder, uçucu bütün asitleri de yok
ederiz. Sonuç olarak son derece düz, aromatik olmayan karbonik tatların geldiği
bir kahve ile karşılaşırız.
Son olarak önceki yazımda üstünden geçtiğim bazı organik asit
yapılarından bahsedeceğim. Bunlar Sitrik ve Malik asitlerin pirolizi sonucu
ortaya çıkan kısmen sitrik olan sitrakonik ve malik asitin pirolizi sonucu
ortaya çıkan fumarik ve maleik asit bileşikleridir. Bu asit grupları hoş
tatlarıyla bilinir. Buna ek olarak CGA yani kronolojik asitin yıkımı sonrası
ortaya çıkan kinik ve kafeik asit bileşikleri vardır. Bunlar ise genellikle
fenolik acı tatlara sahip olan organik asit çeşitleridir. Bu aşamadaki püf
nokta ise hafif, asidik, enzimatik kahveler için tercih ettiğimiz kadar sitrik
ve malik asitleri tutarken, CGA’ları yeterince ayrıştırabilmektir.
Belirli bir kahvenin gelişme süresinin uzunluğunu zamanlamanın
asıl püf noktası, fincanda olmasını istediğimiz organik asitlerin dengesini
anlamak ve o tadı elde etmek için geliştirme süresinin uzunluğunu ayarlamaktır.
Çok hızlı bir development ile ortada çok fazla CGA sınıfı asit kalacak, bunun
sonucunda da acı metalik tatlarla karşılaşacağız. Aynı şekilde çok yavaş ve
uzun süren bir development ile de asit gruplarının birçoğunu kaybedecek, düz
bir kahveyle karşı karşıya kalacağız. Maillard ve karamelizasyon reaksiyonları
sırasında çok sayıda asit üretilir. Bunlardan en önemlileri formik asit ve asetik
asitlerdir. Asetik asitler sükroz karamelizasyonu sonucunda ortaya çıkan asit
bileşiklerindendir. Fincanda en baskın olarak hissedilenler ise sitrik asit,
asetik asit ve klorojenik asittir.
Genel olarak organik asitlerin development aşamasındaki
hissiyatları aşağıdaki gibidir.
Acı tatlar |
Acı
ve bitkisel tatlar |
Acı
ve sitrik / malik / diğer daha hoş asitler |
Acı
ve sitrik / malik / diğer daha hoş asitler ve ekşi tatlar |
Sitrik
/ malik / diğer daha hoş asitler ve tatlı ve ekşi tatlar |
Sitrik
/ malik / diğer daha hoş asitler ve tatlı tatlar |
Tatlı
tatlar |
Donuk
hissiyat |
Yumuşak
ve düz tatlar. |
Kaynaklar:
1. Rob Hoobs - Modulating the Flavor Profile of Coffee
2. The Craft And Science Of Coffee
3. http://www.food-info.net/tr/colour/maillard.htm
Ayrıca bu yazıdaki Amadori Reaksiyonları ve Furfural bileşikleri
hakkında fikir sahibi olmamı sağlayan Sayın Mustafa Şafak Akköse’ye
teşekkürlerimi sunarım.
Yorumlar
Yorum Gönder