Kahve Biyokimyasına Giriş 101
Hepimizin bildiği gibi fincanlarımızda biriken bu leziz tadı
oluşturan şey, aslında bir bitkinin çekirdeği.
İçerisindeki Yapıları Sırasıyla İnceleyelim.
Yeşil kahve çekirdeğinde birçok çeşit asit bulunmaktadır.
Asitlerin bazıları çok hoş tatlara sahip olurken, bazıları ise istenmeyen acı
ve boğuk tatlara sahip olabilmektedir.
Bileşikler, genelde 3 bölümden oluşurlar. Bunlar Maillard Reaksiyonları, şeker karamelizasyonu ve kuru damıtıklar. Fincanda ortaya çıkan 800 ün üzerindeki aroma karakteristiği kavrum esnasında bileşikler sayesinde işlenmektedir.
A)
Kahve Asitleri:
Kahve içerisindeki asitlerden örnek verecek olursak bazıları
hoş, canlı ve ferah tatlara sahip olurken, bazıları ise gerçekten çok soğuk,
boğuk ve acı tatlara sahip olabilmektedirler. Kahve çekirdeğinin doğası gereği
inanılmaz bir antioksidan deposudur. Antioksidan deposu olmasını sağlayan
şeyler ise kahvede acı tatlara neden olan fenol bileşiklerdir.
Kahvedeki En Önemli Asit Çeşitleri:
1.
Klorojenik Asit (CGAs):
Kahve asidi deyince ilk olarak karşımıza çıkan yapı
Klorojenik Asittir. Kısaca biz ona (CGAs) diyoruz. Bundan sonra bu kısaltımı
kullanacağız. CGAs çiğ kahve çekirdeğinde bulunan acımsı tat karakteristiğine
sahip bir asit çeşididir. Yoğunluk olarak kahve çekirdeğinin yaklaşık yüzde
12’sini oluşturmaktadır. Çekirdek çiğ haldeyken maksimum miktardayken, kavrum
sırasında miktar olarak düşüp daha küçük monomer yapıdaki başka tür asitlere
dönüşmektedir. Örnek verecek olursak medium roast bir kahvedeki CGAs miktarı
yeşil çekirdek haline oranla yüzde 50 oranında azalmaktadır. Genel olarak
parçalanan CGAs; Kinik Asitleri, Kafeik Asitleri ve bir kısmı da Maillard
reaksiyonlarındaki proteinlerin yapısına katılmaktadır. Aynı zamanda
insanlardaki asit reflüsüne neden olan şey de yine CGAs dir.
Peki, kahve bitkisi neden antioksidandır? Sebebi çok
basittir. Kahve bitkisi yaşadığı rakım
şartlarına paralel olarak belirli dış etkenlerle mücadele etmek durumundadır.
Bunlar, kahve pası, kahve kurdu (CBB) vb gibi zararlılardır. Kahve bitkisi
bunlardan korunmak için Fenol karakterli CGAs üretir. Rakım arttıkça ürettiği
CGAs miktarı azalır. Bunun sebebi yükseklere çıkıldıkça böcek ve diğer bakteri
türlerinin bu yüksekliklerde yaşayamamasıdır. Yani buradan çıkaracağımız olgu
CGAs miktarı eşittir, kahvedeki antioksidan miktarı…
Bu olayların sonucu olarak acı bir gerçekle yüzyüze
kalıyoruz. Hangi kahve daha çok antioksidan deposudur? Cevapları duyar gibiyim.
Tabi ki Robusta kahveler. Robusta kahvelerin ürettiği CGAs miktarı düşük
rakımda yetişmelerinden mütevellit daha yüksektir. Bu sebeple de
kavrulduklarında bile yoğun miktarda CGAs kalır. Bu da fincanlarımızda acı tat
olarak bizi karşılar. Robusta kahvelerin aromadan yoksun olmasının asıl sebebi
de budur. Bu fenol bileşik o kadar baskın bir tada sahiptir ki. Acımsılığıyla
bütün aromaları maskeler. Bu sebepten daha yüksek rakımlarda yetişen CGAs
miktarı daha az olan Arabica çekirdeklerini tercih ediyoruz.
CGAs miktarı kahvedeki kafein oranıyla da bağlantılıdır.
Kahve bitkisinde ne kadar çok CGAs varsa kavrum esnasında o kadar çok kafeik
asit oluşacaktır. Robusta kahvelerin kafein oranının yüksek olması da bundan
kaynaklıdır. Son olarak özellikle 2. Dalga Kahvecilerin Espressolarındaki krema
miktarını arttırmak için kahve blendlerine robusta kahvesi eklediğini
biliyoruz. Peki, sebebi nedir? Evet, cevap yine aynı. CGAs asitleri demlenen
kahvelerde krema oluştururlar. Dikkat ederseniz kahvenin en acı kısmıda
kremasıdır. Espresso tadımı yaparken eğer gerçekten espresso tadı almak
istiyorsanız, kremasını bir kaşık yardımıyla alıp kremasız olarak yudumlamanızı
tavsiye ederim. İşte o zaman gerçek bir espresso keyfine müdahil olacağınızı
düşünüyorum.
2.
Kinik Asidite (quinik asid):
Klorojenik Asitin kravrum
esnasında yıkıma uğraması sonucu oluşur. Fincandaki bitter tatların
sorumlularından birisi olan bu fenolik asit, acı ve buruk karakterlidir. Tat
olarak Kızılcık ve Ayva Meyvelerindeki acımsı tada benzetilir.
Kinik asitin termal ısı değişimi
kahvenin aroması üzerinde negatif etkili fenol gruplarının oluşmasını sağlar.
Bunun günlük hayattaki en büyük örneği filtre kahve makinelerinde demlenen
kahvenin, sıcak altında belli bir süre daha bekletildikten sonra ortaya çıkan
acımsı tatlardır. Yanlış profillenmiş medium roast kahvelerde dil sonunda
algılanabilmektedir.
3.
Sitrik Asit:
Kahvede karşılaştığımız parlak,
ağız sulandıran karakterdeki asit çeşididir.
Limon, lime, ya da diğer narenciye tatlarından sorumlu olan asittir. Ham
meyvelerde ve çekirdeklerinde miktar olarak fazladır. Bu sebepten Kahve
meyvelerinin olgunlaşmış olanlarının elle toplanmasını tercih ederiz. Bunun
sebebiyse makine ile toplanan kahvelerdeki ham çekirdeklerin kahve kavrumundan
sonra quakers olarak karşımıza çıkması ve öğütüldükten sonra kahvenin bütününe
daha ekşi tatlar kazandırmasıdır.
4.
Malik Asit:
Kahvede karşılaştığımız elma
tatlarından bu asit sorumludur. Çiğ kahve çekirdeğinde miktar olarak fazlayken,
kavrum esnasında azalmaktadır. Azalan malik asit, yeşil,sarı ya da kırmızı elma
karakterinde olabilir.
5.
Asetik Asit:
Sirke asidi olarak da bilinir. Islak ve
Natural proses esnasındaki fermantasyon sürecinde oluşur ve gelişir. Kahvenin
kalitesinde önemli bir rol oynar.
Kavrum esnasında miktarı 25 kata kadar
artabilir. Light - Medium roast kıvamına kadar etkisini sürdürür. Daha sonraki
aşamalarda uçucu karakteri nedeniyle yoğunluğunu kaybetmeye başlar. Temiz ve
canlı kahvelerin olmazsa olmazlarındandır.
Yukarıda bahsettiğim asit çeşitleri kahve çekirdeğindeki
olmazsa olmaz nitelikteki asitlerdir. Bu asitlerin yanında irili ufaklı,
organik ya da inorganik yapıda birçok çeşit asit bulunmaktadır. Yazıma şimdilik
ara veriyorum. Geri kalan yapılar ve bileşiklere bir sonraki yazımda
değineceğim. Şimdilik hoşçakalın.
Bu yazıda Erhan Dizbay ın makalelerinden ve
Fourthwave.blogspot.com adresindeki makalelerinden yararlanılmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder